Babam kaç gündür hasta yatıyordu, bilmiyorum. Kondumuzun bir odası vardı, mutfağımız banyomuz, oturma odamız, yatak odamız…
Yerde yatardık. Babam duvarın yanında yatardı. Yine orada yatıyordu.
Babamın yatması demek, eve hiç para girmiyor demekti. Zaten birikmiş paramızda yoktu.
Evimizde bulgurumuz, mercimeğimiz, kuyruk yağımız vardı. Ama ekmek gerekliydi.
Kalekapısı’ndaki Andaç Fırını’ndan borç alıyorduk. O zamanlar bakkallarda ekmek satılmazdı.
Borç aldığımızın kaçıncı günüydü bilmiyorum, benim beyaz torbama ekmekleri koyan uzun boylu Ramazan amca, “Baban iyi olmadı mı Muzaffer?” diye sordu.
İçim hırp etti. Galiba Ramazan Amca ekmeği kesecekti, vermeyecekti.
Bir gün sonra içimde bin bir kuşkuyla fırına gittim.
Ramazan Amca yine ekmekleri sayıyordu. Oh nasıl sevinmiştim. Aç kalmayacaktık.
“Muzaffer sana bir iş versek yapar mısın?” diye sordu.
Başımı salladım.
“Okuluna yine gidebileceksin. Fırına gece üç buçukta, dörtte geleceksin, hamur tartacaksın…”
Gece iş bitince eve, sonra okula. Annem ne derdi? Aç kalmamak, ekmeksiz kalmamak için çalışırdım.
Annem hep tavana baktı, sonra gözlerime… Bana sordu:
“Sen ne diyorsun Muzaffer?”
“Çalışırım anne…” dedim.
O gece uykumu almadan fırına gittim, ardımda da beni seven bir sokak köpeği. Elbette zor oldu.
Önceleri elime aldığım hamuru bir türlü istediğim ağırlıkta tartamıyordum.
Ama terazinin kefesine attığım her hamur parçası hemen hemen aynı ağırlıktaydı.
Sabahları yedi de eve gidiyordum. Kara zeytinle kahvaltımı yapıp, okul yolunu tutuyordum.
Karşılığında ne mi alıyordum?
Tastamam sekiz ekmek.
Dört ekmek borcumuz sayılıyordu. Ramazan Amca torbama dört ekmek koyuyordu.
Ekmeği elliyordum, sıcaklığını duyumsuyordum, içim titriyor coşkuyla, mutlulukla ekmeklere bakıyordum.
Yani ben ekmek kazanıyordum, evimizin ekmeğini kazanıyordum.
O mutlulukla somunun başını koparıyor, beni izleyen sokak köpeğine atıyordum.
Erken yatıyordum, saat on sekizde yatakta oluyordum. Yine de uykumu alamıyordum. Ama olsun, ekmeğimi kazanıyordum ya…
Gözlerimi ovuşturup giderken konaklara, evlere bakıyordum. Bu konaklarda da evlerde de benim gibi çocukların olduğunu düşünüyordum.
Onlar mışıl mışıl uyurken, ben niçin gecenin yarısında ekmeğimi kazanmaya gidiyordum? Bunu bir türlü düşünemiyordum. Salt “Yoksuluz” diyordum.
Olsun, evime ekmek götürüyordum ya.
Bekçi Amcayla karşılaşıyorduk.
“Korkmuyor musun bu gece zamanı Muzaffer?” diyordu.
“Akbaş var ya” diyordum, sokak köpeğini gösteriyordum. Sonra ekliyordum:
“Evimize ekmek götürüyorum bekçi amca… ekmeğimizi kazanıyorum bekçi amca” diyordum.
Ekmeği, açlığı beynime kazıyordum.
Koltuğumun altındaki ekmek çıkınının sıcaklığı bana güven veriyordu, kendime güvenimi artırıyordu.
Muzaffer İzgü