Yeni mezun olmuş bir öğretmen olan Mary, Navajo Kızılderililerine ait bir yerleşim bölgesinde öğretmenlik yapmaya başlamıştı.
Her gün beş öğrenciyi tahtaya çağırıyor ve ödev olarak onlara vermiş olduğu basit bir matematik problemini çözmelerini istiyordu.
Onlar ise, tahtanın önünde sessiz ve isteksiz bir şekilde duruyorlardı. Mary bir türlü anlayamıyordu. Ne eğitim derslerinde, ne de Phoenix’de staj yaparken öğrendikleri bir işe yarıyordu.
‘Neyi yanlış yapıyorum? Neden hep problemi çözemeyecek öğrencilerimi tahtaya kaldırıyorum acaba?’ diye kendi kendine sorup duruyordu.
En sonunda, öğrencilere sormaya karar verdi ve genç Kızılderili öğrencilerinden benlik imgesi ve öz değer konusunda şaşırtıcı bir şey öğrendi.
Öğrenciler birbirlerine birey olarak saygı duyuyorlardı ve herkesin problemleri çözmeyi beceremeyeceğini biliyorlardı.
Bu genç yaşlarında bile sınıf içerisinde kazanan-kaybeden yaklaşımının sergilenmesinin bir işe yaramayacağını düşünebiliyorlardı.
Tahtanın önünde bir öğrenci mahcup olursa bunun kimseye bir şey kazandıramayacağına inanıyorlardı. Onun için, herkesin önünde birbirleriyle rekabete girmeyi reddediyorlardı.
Bunu öğrendikten sonra, Mary sistemi değiştirdi. Artık öğrencilerinin ödevlerini teker teker kontrol ediyordu.
Hiçbirini de diğerlerinin önünde mahcup duruma düşürmüyordu. Gençlerin hepsi öğrenmeye hevesliydi. Ama bunu yaparken başka birisini kötü duruma düşürmeyi istemiyorlardı.
Hayatta başarılı olmak hepimizin dileği. Bunun için uzun bir yol var. İlkokul sıralarından, üniversiteye oradan iş yaşamına kadar bu uzun yolda hep iyi olmak amaçlanır.
Çoğu birey için bunun yolu başkalarından daha iyi olmak ile olur. Yani başarı tanımı başkaları ile kıyaslanarak oluşturulur. Böylece başarı basamaklarından çok rekabet ve hırs adımları atılır.
Çoğu eğitim sistemi başarılı olmanın tanımını, başkalarının önünce geçmek olarak yaparlar. Böyle bir sistemde çocuklar arkadaşlarının bilemedikleri soruyu bilirlerse, diğerlerinden en önce parmak kaldırırlarsa başarılı olurlar.
Daha sonra liselere ve üniversitelere hazırlık sürecinde de benzer durum söz konusu olur; diğerlerinden yüksek puan al ki istediğin yere girebilesin.
Ve bu durum işe girerken de benzerdir; diğerlerinden daha iyi ol, onların önüne geç; ancak öyle fark edilirsin…
Görüldüğü gibi rekabet duygusu bize küçük yaşlardan itibaren yaşam boyunca aşılanır. Fakat olumsuz sonuçları bulunmaktadır.
Başta rekabetin amacı başarılı olmak iken kişi başarılı olmak yerine daha çok hırslı olur. Kişilerarası ilişkileri bozulabilir, fiziksel olarak sürekli gergindir.
Kaygı, stres, her an tetikte olma hali, tedirginlik, huzursuzluk en başta gelen duygularıdır. Bu duygular ve karmaşık zihinle hedeflediği başarıya ulaşması da oldukça güç olur.
Başarılı olmak ve bu süreçte sağlığınızı kaybetmemek istiyorsanız, yıllarca öğretilene karşı çıkın, başkalarıyla rekabet etmeyi bırakın.
Hayatın her döneminde yarışacak pek çok kişi var ve hepsini geçmek mümkün değil olsa bile sonu başarı değil tükenmişlik olacaktır.
Sadece kendi yapabildiklerinizi fark edin ve kendi performansınızı en iyi hale getirmeye çalışın…