Ayvalık’ta bir açık hava otelindeyim, resepsiyon da açıkta. Resepsiyonun köşesinde bir kırlangıç yuvası var; üç yavru, kafalar dışarıda, gagalar açık.
Anne ve baba gidip gelip yiyecek getiriyorlar ve ayrı zamanlarda geldikleri için birbirlerini görmüyorlar.
Anne birinci yavruya yem veriyor, birazdan baba gelip ikinciye, anne tekrar geldiğinde üçüncüye, baba gelip birinciye.
İnanılır gibi değil, sırayı hiç şaşırmadılar. Adalet…
Akşama doğru sudan çıktım, baktım yuvaya siyah bir kedi yaklaşmış.
O ufacık ana baba canhıraş bir şekilde dalıp çıkıp kediyi uzağa kadar kovaladılar. Cesaret…
Otel sahibi şunları anlattı, bahar başlarında göçten döndüklerinde yuvanın bulunduğu bölümün kapalı olduğunu görünce, resepsiyon görevlisinin kaldığı odaya girip çıkıp onu uyandırmışlar. Akıl…
Sabah su içmek için fıskiyenin üzerinde dolaşıp çığlıklar atıyorlardı, ta ki fıskiye açılana kadar. İletişim…
Yuvalarını öyle bir yaparlar ki yıllarca dayanır. Kalite…
Kışları sıcak ülkelere göç ederler. Yenilik…
Onların yaptığı yuva, diğer kuşların saman çöplerini üst üste koyarak yaptığı dingildik yuvalara hiç benzemez.
Benzer bir yuva yapabilen başka bir kuş yoktur. Farklılık…
Hiç kırlangıçları bir yerde pineklerken hatırlıyor musunuz?
Devamlı uçarlar. Çalışkanlık…
İnanılmaz hızlıdırlar, su zerresini havada yakalarlar. Hız…
Binlerce mil uzaktan hep aynı yuvaya dönerler. Ömürlerinin sonuna kadar yuvalarına bağlıdırlar. Yurt sevgisi…
Kırlangıçları hep çok sevdim.
Ahmet Şerif İzgören