Bir Kızılderili kabilesinin gözleri görmeyen büyücüsü gençleri başına toplar onlara iki kartalın hikayesini anlatırmış.
Çadırların uzağında yanan ateşin çıtırtıları ve gecenin sessizliği dışında her şey ve herkes susarmış.
Şaman görmeyen gözlerini uzaklara gömüp, o heybetli sesiyle iki kartalın hikayesini anlatmaya başlarmış…
Gökyüzünde gezen yalnız bir erkek kartal varmış…
Dağların doruklarından havalandı mı, karanlık inene kadar, kanatları yorgun düşene kadar uçar sonra da yuvasına dönüp aşık olacağı bir kartalı hayal edermiş.
Günün birinde kartal yine bulutlarla raks edip, güneşin ışıklarıyla şarkılar söylerken çok güzel ve alımlı bir dişi kartal gelmiş yanına.
Bakışmışlar bir süre. Sonra akşama kadar beraber kanat çırpıp koklaşmışlar.
Çok mutlularmış. Birbirlerine ait olduklarına inanmışlar. Aynı yuvada birlikte yaşamaya başlamışlar.
Gel zaman git zaman kartallar uzaklara gidemedikleri ve artık özgür olamadıkları için üzülmeye başlamışlar.
Gün boyu dağların ardındaki o özlem duydukları özgür günlerini düşünür dururlarmış.
Ve kartal dayanamayıp sevgilisine, güzeller güzeli kartala şöyle demiş “Yıllarca birbirimizin hayalini kurduk. Birbirimizi istedik. Birbirimizi bulduğumuzda dünyanın en mutlu çifti olduğumuza inandık. Fakat bir şeyi unuttuk; artık özgür değildik.
Aşk özgürleştiriyorsa aşktır. Özgürlüğü öldüren aşk aşk değildir. İkimizin de aklı bulutların beyazında, dağların doruklarında ve gidilmemiş görülmemiş ovaların ve nehirlerin gizeminde. Beraberiz ama mutlu değiliz. Beraberiz ama kolumuz, kanadımız kökünden kırılmış gibi.
Aşk kanat çırparsa aşktır; kanadı kırık aşk kartala ölümdür.
Aşk dağların doruklarına konabiliyorsa aşktır; toprağa kök salmış aşk sevdiğini gömmektir ölmeden…”
Kartallar sarılmışlar birbirlerine, gece boyu ağlamışlar, sevişmişler… sevişmişler, ağlamışlar…
Gün ağarmadan birbirlerin, ölene kadar bu aşkı özgürlükleri kadar seveceklerine dair söz vermişler ve vedalaşmışlar.
Köleleştiren aşkın bir sahibi vardır o da ızdıraptır!
Hikayeyi dinleyen kabilenin gençleri, bu hikayeyi her dinlediklerinde biraz daha özgürleşirlermiş ve bilirlermiş; aşk tenin tene, gözün göze, elin ele değmesi değilmiş, aşk tenin, gözün ve elin değmediğini sevebilmekmiş.
Aşk sevdiğini özgürlüğü ile sevebilmekmiş…