Bir zamanlar, uzak ülkelerden birisinde, küçük bir okul vardı ve burada çocuklar yaşlı bir öğretmenden ahlâk, dilbilgisi, matematik vs. gibi dersleri öğreniyorlardı.
Ancak, öğretmen öylesine sert ve disiplinliydi ki, öğrencilerin hepsinin ondan ödü kopuyordu. Hele de yaramazlık yapmışlarsa…
Öğrenciler ders çalışırken, öğretmen bir yandan onları gözetler, bir yandan da birşeyler yerdi.
Derslikteki dolabından küçük bir sepet çıkarır ve büyük bir iştahla sepetten aldığı şeyleri alıştırırdı.
Bu arada çocukları büyük bir ciddiyetle uyarırdı:
“Bu sadece büyüklerin yiyebileceği bir şey. Çocuklar yerlerse zehirlenip ölebilirler.”
Çocuklar bu sözlerle daha da meraklanırlar, ama öğretmenlerinin ne yediğini bir türlü keşfedemezlerdi. Derken, bir gün öğretmenin bir işi çıktı ve şehre gitti.. Giderken de çocuklara sıkı sıkı tembihledi:
“Ben yokken dersinizi güzelce çalışın ve sakın yaramazlık yapmayın.”
Karşı konulmaz merak duygusuna kapılan birkaç büyük öğrenci, öğretmenin dolabına bakıp, zehirli olduğu iddia edilen o gizli yiyeceğin ne olduğunu anlamaya karar verdi.
Dolabı açtıklarında, hasır sepetin içinde kurutulmuş hurmalar olduğunu gördüler. Öğretmenin, sadece büyüklere mahsus olan bu yiyecekleri ilaç olarak kullandığını düşündüler.
Sırrı keşfeden ve böyle lezzetli yiyecekleri bulan çocuklar, bunların kime ait olduğunu hepten unutup hurmaların ağız suyu akıtan cazibesine mağlup oldular.
Önce dolaptan sepeti çıkaranlar, sonra cesaretli olanlar birer-ikişer tane hurmayı şapur şupur yemeye başladı.
Çok geçmeden bütün öğrenciler harekete geçti ve bir anda sepette tek bir tane bile hurma kalmadı.
Ziyafet sona erince, çocukların aklı başına geldi ve ne yaptıklarını fark ettiler. İçlerini büyük bir kaygı kapladı:
“Döndüğünde öğretmenimize ne diyeceğiz?” diye kara kara düşündüler.
Fazla sert olmayan bir ceza alabilmek için, hocalarının kabul edebileceği bir takım mazeretler bulmak için beyinlerini zorladılar.
Çocuklardan genelde sessiz olan birisi bir fikir attı ortaya. Öğretmenin içine mürekkep koyduğu çok değerli taş hokkayı masadan alıp yere attı.
İkiye bölünen hokkanın içindeki siyah mürekkebi öğretmenin sandalyesinin her tarafına döktü. Sonra da öğretmenin masasını tepetaklak edip herkese yere yatmalarını ve her taraflarını battaniyeyle örtmelerini söyledi.
İkindi vakti öğretmen şehirden döndü. Dersliğin kapısını açıp da odadaki darmadağınıklığı görünce ne diyeceğini şaşırdı.
Her tarafa saçılmış mürekkep, tersine dönmüş masa, örtülere bürünmüş ve sersem sersem bakan öğrenciler. Manzaradan hayrete düşen öğretmen bağırdı:
“Neler oluyor burada? Ne oldu, anlatın hemen!”
Kurnaz öğrenci yavaşça ayağa kalktı ve yüzünde korkunç bir acıyla şöyle dedi:
“Hocam, teneffüste oyun oynarken kazayla masanızı devirdik, hokkanızı kırdık. Ne yapacağımızı bilemedik.
Sonunda hepimiz bu affedilmez yaramazlığımız için ölmeye karar verdik. Ve sepeti çıkarıp içindekilerden yedik. Şimdi zehirin etkisini göstermesini bekliyoruz. Çok, çok üzgünüz hocam.”
Derin ve uzun bir nefes alan hoca tek kelime etmeden dışarı çıktı ve “Hımmm” dedi kendi kendisine. “Bizim çocuklar büyüyorlar galiba!”
Kıssadan hisse: Akıl akıldan üstündür…