Eşim mutfaktan bağırıyor: “Ozan, koş, koş, koş. Çok acil, koş!” Paldır küldür koşa koşa gidiyorum. Koşmak ne kelime, uçuyorum resmen. O devam ediyor: “Çok acil, çok!” İnsanın aklından neler neler geçiyor. Bir yerini mi kesti, yangın mı çıktı, eve hırsız mı girdi? Kan ter içinde mutfağa bir gittim ki, elinde salça kavanozu beni bekliyor. “Açsana şunu” dedi. Çok acil yemeğe ilave etmesi gerekiyormuş.
Bir an kendimi Müge Anlı’da, “Eşimden geçen perşembeden beri haber alamıyorum” diye yalandan ağlarken gördüm. Tak, sonra resim değişti. Bizim kayınbirader Müge Anlı’da bu kez. “Eniştemi çok severdim, bizi bırakıp nerelere gitti” diye dövünüyor hikâyeden.
Eşimin “Yahu ne bakıyorsun öyle, açsana şunu” sözleriyle kendime geldim. Ardından her kocanın yoğurt alma, perde takma, böcek kovma ve “çok yakıştı hayatım” deme ile birlikte en önemli beş vazifesinden biri olan kavanoz açma işine döndüm.
Evet, ne yazık ki Türkiye’deki aciliyet kavramı bundan ibaret.
“Çok acil Ahmet Bey’i araman gerekiyor” derler. Ararsın, ay sonuna doğru bir toplantı talep eder.
“Avukat bey çok acil kaleme gelsin” diye adliyeden ararlar. Gidersin, müdür izne çıkmış, iki hafta sonra bir daha uğramanızı isterler.
“Çok acil bir iş” için, hem de cumartesi gece yarısı müvekkil arar. Üç ay sonra yapılacak duruşmaya kadar bilirkişi raporunun gelip gelmeyeceğini merak etmiştir.
Çok acil olan işlerin yüzde doksanı böyledir hep. Ondan ben genelde pek umursamam şu “çok acil” lafını. Ancak hikâyem bu konuyla ilgili…
Yaz sıcağı…
Adliyedeki işleri bitirmişim, ofise dönüyorum. Elden su şişesi düşmüyor. Küçük şişeler kesmediği için 1,5 litrelik şişe alıp kafaya diktim. O bile kesmiyor. İmkân olsa elimdeki şişeyi serum gibi koluma takacağım.
İçmesi güzel de, çok içince bu sefer de insanın bol bol tuvalete gitmesi gerekiyor. “Neyse, ofise kadar dayanırım artık” dedim. Tam ofisin sokağına girdim ki, telefonum çaldı. Açtım, bizim hukuk müşaviri kendini kaybetmiş şekilde nefes nefese konuşuyor:
─ Ozan çok acil bir iş çıktı.
─ Ne oldu abi?
─ Ortalık yangın yerine döndü şirkette. Çok acil adliyeye geçmen lazım. Sana araba da gönderdim biraz önce.
─ Tamam abi, iki dakika bir ofise çıkayım, ondan sonra binerim arabaya.
─ Sen beni dinlemiyor musun yahu? Çok acil diyorum, çok acil! Ensemde boza pişiriyorlar burada. Hemen adliyeye geçmen lazım. Çok acil!..
Telefonu kapattık ama ben yine de pek ikna olmadım. Bir konuşmada beş tane “çok acil.” Peh!
Şirketteki her iş çok acil zaten. İki dakika ofise uğrayıp, öyle çıkmaya karar verdim. Tam ofise yönelmiştim ki, gönderilen araba önümü kesti. Şoför, “Çok acilmiş Ozan Bey” diyerek beni arabaya soktu. Kocaman bir spor çantayı da elime tutuşturdu. Ardından kendisi de arabaya binip, gazladı.
Öyle böyle değil. Araba böğürüyor bildiğin, makaslarla gidiyoruz. Bir yandan da hukuk müşaviri, “Yolda mısınız?”, “Ne zamana varırsınız?” gibi mesajlar atmaya başladı. Ben ne hukuk müşavirini ne de bizim şoförü bu kadar telaşlı görmemiştim daha önce. Bir şeylerin ters gittiği ortada. Bu seferki “çok acil”, gerçek sanki.
Yolda hukuk müşaviri arayıp, olayın detaylarını anlattı. Şirkete bir tebligat gelmiş. Görevli de, “avukatlar gelince veririm” deyip, kenara koymuş. Sonra unutmuş orada. Tebligatın son günü şans eseri hatırlayıp, bizim hukuk müşavirine vermiş.
Gelen ise çok yüksek meblağlı bir tedbir kararı. Ayrıntıları önemli değil ama kısaca anlatmak gerekirse, vezne kapanana kadar 500 bin lira yatırılmazsa şirketin bütün faaliyetlerini durduracaklarmış. Teminat mektubu falan da kabul etmiyorlar, illa ki nakit.
Kısa sürede bu kadar nakit para gerekince başlıyor bir koşuşturma. “Çok acil”ler domino gibi birbirini kovalıyor. Patron muhasebe müdürünü “çok acil” diyerek görevlendiriyor, muhasebe müdürü de yanındaki muhasebe elemanını.
O hemen bankaları dolaşıyor, paraları topluyor, spor çantaya dolduruyor. Muhasebe elemanı muhasebe müdürüne, muhasebe müdürü şoföre, şoför bana, sonra hepsi bana…
Çantayı veriyorlar yani. Olayın ilk heyecanı geçince, bu sefer tuvalete gitmem gerektiği geldi aklıma. Müziğe ayak uyduruyor ayağına arabada sağa sola sallanmaya başladım.
Ceylan gibi seke seke adliyeye girdiğimde, önce kaleme gidip yatırmam gereken teminatın makbuzunu kestirdim. Ardından vezneye geçtim. Veznenin kapanmasına daha yarım saat olmasına rağmen, yatıracağım parayı öğrenen vezneci o kadar parayı sayamayacağını söyledi. Biraz ısrar edince de başladı söylenmeye.
Durdurabilene aşkolsun. Adliyedeki vezneden başlayıp Lidyalılara kadar düşük yoğunluklu sövdü adam. Bugünden başlayıp 2500 yıl geriye kadar sövdü bildiğin. Baktı olacak gibi değil, paraları saydırıp vezneye yatırtmak üzere adliye içindeki bankaya gönderdi beni. Tuvaletin önünden geçerken Azer Bülbül gibi titredim ama duramadım. Zaman akıyor sonuçta.
Vakit kaybetmeden bankadaki görevliye çantayı verdim. Adam üç makinede birden paraları saymaya başladı. O paraları sayıyor, ben halay çekiyorum. O paraları sayıyor, ben horona geçiyorum. O hala paraları sayıyor, ben zeybekle devam ediyorum. Bankadaki sayım işi bitti, doğru vezneye. Vezneden makbuzu aldım, bu sefer kaleme. Oradan dosyayı kaptığım gibi hâkime çıktım. Hâkimin olurunu da alınca asıl yarış başladı.
Son sürat tuvaletin önüne geldim ama temizlik var, tuvalet kapalı. Aklımda tek bir soru: Nereye s.çacaklar? Kafası kesik tavuk gibi koşturuyorum.
Alt kata ineyim dedim ama ya asansörler durmadı ya da dolu geldi. Mecbur yangın merdivenlerini kullandım. Bir yandan da insan hayatında öyle bir sınır varmış ki, onu keşfettim.
Böyle o an deseler, “Ozan, dünya beş saniye içinde yok olacak; bunu durdurmak için şu düğmeye basman lazım”; derim ki, “Patladınız mı oğlum, durun iki dakika bir tuvalete gidip geleyim.” Bakın bu kırmızı çizgi işte. Bunu geçerseniz de her yer sarı çizgi!
Alt kata vardım, doksan derecede yıkanan yün kazak gibi büzülmüş halde tuvalete girdim. Öyle zor durumdayım ki, iki tur atmama rağmen pisuarı bile bulamadım. Sonra ilk gördüğüm açık kapıdan daldım içeriye.
Tam kazasız belasız her şeyi hallettik diye sevinirken şöyle bir cümle duydum: “Cansu, ticaret mahkemesine de bir uğrayıp öyle gidelim.” Evet, demek ki pisuar ondan yokmuş. Dışarı çıksan çıkılmaz, içeride kalsan kalınmaz. Gözüme tuvaletin camı çarptı, aklıma enteresan bir fikir geldi.
Bu yazıyı okuduğunuzda eğer “Erkek avukat, Hande Ataizi gibi kadınlar tuvaletinin penceresinde sıkışmış halde bulundu” haberleri internete düşmüşse, bilin ki benimdir. Eğer düşmediyse de, Kartal Adliyesi A Blok 1. katta yardımlarınızı bekliyor olacağım. Hem de çok acil!..
Av. Ozan Gülhan