Zengin Olmak…

Noel gününün ertesinde, eşim Louie, kızlarım Jenny ve Helen’la birlikte kullanılmış kitap satan bir kitabevinde dolaşıyorduk.

Bizim için birlikte geçireceğimiz bu zaman çok önemliydi çünkü bir kaç gün sonra kızlarımla ben yine eşimden ayrılacaktık.

Eşimin donanmadan emekli olmasını takibeden 8 ay bizim için çok zor geçmişti. Donanmada çalıştığı süre içinde iyi kötü birbirimizden uzun süre ayrı kalmamayı başarabilmiştik. Ancak eşim emekli olduğunda bulabildiği yegane iş Norfolk şehrindeydi.

Norfolk bizim yaşadığımız güneybatı Virginia’daki dağlık bölgeye altı buçuk saat uzaklıktaydı ve benim sağlığım Norfolkta, Louie ile birlikte yaşamaya uygun olmayacak kadar kötüleşmişti.

Bu nedenle istemeden de olsa ayrılmaya hazırlanıyor ve onun yaşadığımız bölgede bir iş bulabilmesi için dualar ediyorduk.

İşte burada, kızlarla ben güneybatı Virginia’ya dönmeden önce ailecek beraberliğimizin son saatlerini bu ikinci el kitapların satıldığı kitabevinde, geçirmeye çalışıyorduk.

İki ayrı ev geçindirmenin zorluğu bizi üzüyordu ancak yine de birlikte olabildiğimiz için şükrediyor, kalan zamanımızı kucaklaşıp gülüşerek, hayallerimizi paylaşarak geçirmeye çalışıyorduk.

Kitabevinde, kitabevinin sahibi dışında yalnızca bir hanım daha vardı, iyi giyimli, benim yaşlarımda güzel bir hanım.

Elbiseleri, ayakkabıları ve pahalı çantası dikkatimi çekti ve bir kitabevine girerek gönlünün çektiği her kitabı alabilecek kadar zengin bir insan olmanın nasıl bir duygu olacağını hayal etmeye çalıştım.

Kitap araştırmamızı sürdürürken birbirimize şakalar yapıyor, adam başı harcayabileceğimiz 5’er dolarla en eski ve en ucuz kitabı ilk alan olmayı ümit ediyorduk.

Hüzün ve mutluluğun birlikte yaşandığı bir araştırmaydı bu. Sık sık Louie ve ben çarpışıyor, birbirimize dokunmak ya da birbirimizin elini tutabilmek için bahaneler buluyorduk.

Jenny kitabevine çok ta uzak olmayan bir ATM makinesinin olduğunu hatırladı ve gidip bir 20 dolar çekmeye karar verdi.

“Ama bu haksızlık” diye bağırdım gülerek. “Biz hepimiz 5 dolarla idare etmeye çalışacağız, sen 25 dolar harcayacaksın, öyle mi?

Gülüştük ve Jenny’le acımasızca dalga geçmeye başladık ama sonunda o dayanılmaz kitabı alabilmesi için 20 dolara mutlaka sahip olması konusunda babasını ikne etmeyi başardı.

Sonra yine bir fasıl kucaklaşıp öpüştük, hiçbirimiz birkaç dakikalığına da olsa birbirimizden ayrılmak istemiyorduk.

“Tamam Jenny” diye güldü eşim “Seni arabayla ATM’ ye götüreceğim.”

Eşim ve ben yakında ayrılacaktık. Birbirimize olan sevgimizi ve ayrılığımızın yakında sona ereceğine olan inancımızı göstermek için hiçbir fırsatı kaçıramazdık.

Bu davranışlarımız dışardan rol yapıyormuş gibi görünüyor olabilirdi ama başkalarının bizim hakkımızda düşünceleri de bizi o kadar da ilgilendirmiyordu.

Asker aileleri iki türlüdür. Şefkat göstermek için her fırsatı kollayanlar ve ayrılığın vereceği ıstıraptan korkarak mesafeli duranlar. İtiraf etmeliyim ki biz “kucaklaşan- öpüşen” bir aileydik, kimseye aldırmadan kucaklaşır öpüşürdük durmadan.

Askerlik görevimiz müddetince birbirimizden ayrı olduğumuz en kısa zaman zarfında bile herşeyin olabileceğinin acı veren bilincine varmıştık.

Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, bu davranışlarımızın dışarıdan bakınca ne kadar garip göründüğünü idrak ediyorum.

Nihayet, bu kucaklaşma ve öpüşmeler arasında kendime uygun olan kitabı bulmuştum! Yüz yıllık bir kitaptı ve tam da benim en sevdiğim döneme, orta çağa aitti. O kitabı almayı nasıl da istiyordum.

Hemen fiatını görmek için kitabın arka kapağına baktım ve az kalsın yüreğime iniyordu. Yirmibeş dolardı! O kadar paramız yoktu. Cevabını bilsem de Louie’nin yüzüne baktım.

Benim o kitabı almamı istemiş olacaktı. Gözlerindeki ıstıraptan bunu anlayabiliyordum. Bana yaklaştı ve kucakladı. “Hayatım buna gücümüz yetmez” mesajını almıştım.

Beni saran kollarına yaslandım ve o sırada almayı istediğim kitaba o iyi giyimli hanımın da uzandığını gördüm. Aman, bırak alsın diye düşündüm. Louie’ye bir daha sarıldım ve yarı ciddi bir şekilde mırıldandım:

“Ah, zengin olmayı ne kadar isterdim!”

Hanım yüzünde bir gülümsemeyle bana:

“Bana öyle geliyor ki siz zaten zenginsiniz” dedi.

Sanki sonsuzluğa kadar süren bir sessizlik oldu ve kalbimde güçlü bir basınç hissettim. Başımı kaldırıp eşime baktım, sonra kızlarıma baktım, sanki sevginin kolları bizi sarmıştı ve ben bunu biliyordum. Ben zengindim. Hem de çok zengin. Bana bunu hatırlattığı için teşekkür etmek niyetiyle hanıma döndüm ama o gitmişti.

Kimdi o hanım? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama şunu çok iyi biliyorum ki onu hiçbir zaman unutmayacağım.

Tuhaf ama, birkaç gün içinde, eşim güneybatı Virginia’da bir iş teklifi aldı. İki haftadan daha kısa bir sürede de işe başladı ve biz şimdiki evimizin bulunduğu yere taşındık.

İş teklifi Noel’den iki gün önce gönderilmişti ve biz o kitabevinde kucaklaşarak öpüşüp dualar ederken bundan haberimiz yoktu. Hatta “Bana öyle geliyor ki siz zaten zenginsiniz” sözlerini işittiğimde ailemizi biraraya getirecek olaylar başlamıştı bile.

“Zengin” olmanın nasıl bir şey olduğu; inanç, sevgi, aile, dostlar… Noel ertesinde, Norfolk, Virginia’daki ikinci el kitap satan bir kitabevinde tüm bunları bana tekrar hatırlatan o kadına o kadar çok şey borçluyum ki…

Marilyn Jaye Lewis-2003