Çocukluklarından beri birbirlerini tanıyan, biri fizik, biri kimya, biri biyoloji profesörü üç arkadaş, kamp kurmaya karar vermişler. Böylece bol bol konuşmaya ve tartışmaya vakit bulmayı amaçlıyorlarmış.
Haftasonu gelip çatınca, anlaştıkları gibi şehir dışındaki geniş bir ormana gidip kamp kurmuşlar. Sonra, hava kararmadan şöyle bir yürüyüş amacıyla dolaşmaya çıkmışlar.
Konuşmaya daldıkları için de çok uzaklaşmışlar. Dönmeye karar vermişler; ama bir türlü kamp kurdukları yeri bulamamışlar.
Hava da iyice karamaya ve soğumaya başlamış. Umutsuzca oradan oraya orman içinde yürürken, bir kulübeye rastlamışlar.
Hemen kapısını çalmışlar, orta yaşlı bir adam açmış kapıyı. Başlarına gelenleri anlatmış bizim profesörler, adam da onları içeri almış, sıcak bir şeyler içsinler, içleri ısınsın diye.
Adam kulübenin diğer odasına doğru gözden kaybolmuş. Üç profesör oturma odası gibi gözüken büyük alana girmişler. Köşede duran büyük koltuğa yan yana oturmuşlar.
Odadaki her şey sıradanmış, bir şey hariç: Soba.
Soba, olması gerektiği gibi odanın ortasında duruyor, hemen üstünde, dumanı dışarıya veren boru, hiç kıvrılmadan doğruca tavandaki bir delikten de dışarı çıkıyormuş.
Garip olan, sobanın yerden bir metre kadar yukarıda, oraya sonradan konduğu belli olan birkaç taşın üzerinde duruyor olmasıymış.
Uzun süre bunu inceleyen fizik profesörü, “İlginç!” demiş yüksek sesle, sıcaktan uyuklamaya başlayan diğer iki arkadaşını sıçratarak.
“Ne o ilginç olan?” demiş biyoloji profesörü.
“Baksana şuraya,” diye devam etmiş düşünceli bir şekilde, arkadaşına sobayı göstererek. “Soba neredeyse bir metre kadar yerden yukarıda duruyor.”
“Eee?” demiş kimya profesörü. “Ne olmuş yani?” Pek ilgilenmemiş gibi gözükmüş.
“Sence neden?” diye sormuş fizik profesörü. Bir an öylece arkadaşına bakmış biyoloji profesörü, ardından çenesindeki kısa sakallarını sıvazlayarak sobaya bakmış. “Evin altındaki değişik formlarda yaşayan organizmaların, birbirleriyle olan ‘mutualist’ yaşamınının dengesini fazla ısıyla bozmamak için, sobayı öyle yukarı koymuş,” demiş bir iki dakika sonra.
“Hmm,” demiş fizik profesörü. “Bence, sobayı bu şekilde yukarı koyarak, ısının farklı yerlere farklı dalgalarla yayılmasını sağlamış, böylece ısının düzenli dağılmasını sağlamış.”
“Elbette, bu olabilir,” diye tartışmaya katılmış kimya profesörü. “Ama bence bunun nedeni daha farklı. Sobayı böyle yukarıya koyarak, ısı ‘konveksiyonu’ sağlamış.
Üç profesör başlamışlar ateşli bir tartışmaya. Yüzlerce fikir üretmişler, her seferinde biraz daha ileri gidip, daha değişik çözümler getirmişler bu sobanın konumuna.
Aradan on dakika kadar geçmiş, tartışmanın doruk noktasına ulaştığı bir anda, elinde bir tepsi, tepsi üzerinde üç tane dumanı tüten bardakla, ev sahibi içeri girmiş. Onun girdiğini gören fizik profesörü, hemen ayağa fırlamış.
“Söyle bana dostum!” diye bağırmış. “Sobayı yerden bu kadar yukarı koymanın nedeni…” Başlamış kendi ürettiği fikirleri bir bir adama söylemeye.
Daha bitiremeden, biyoloji profesörü fırlamış ayağa. “Hayır hayır, onlar değil bunun nedeni. Esas …” O da başlamış şaşkınlıkla profesörlere bakan adama kendi fikirlerini anlatmaya. Derken kimya profesörü de aralarına katılmış.
Yaklaşık beş dakika sonra, “Eee dostum, bir cevap ver. Hangimiz haklı?” demiş fizikçi olan merak içinde. Üç arkadaş da merakla adama bakmaya başlamış.
Adam bir süre, tek kaşı kalkık öylece diğerlerine bakmış.
“Doğrusunu söylemek gerekirse,” demiş bir süre sonra.
“Dediklerinizden hiçbir şey anlamadım, ama sobanın neden öyle yukarıda durduğunu merak ediyorsanız…” Bir an durmuş ve sonra devam etmiş. “Boru kısa gelmişti de…”