Geçen yaz tatilinde, Edremit’te Maliye Bakanlığı’na ait denize sıfır nefis manzaralı bir yerde, teyzemin davetlisi olarak kalmaya başlamıştım.
Binamız dört katlıydı ve bizim dairemiz ikinci kattaydı. Tatilde bir şey dışında her şey yolundaydı. Üçüncü katta kalan delikanlı, günler geçtikçe asabımı bozuyordu.
Gündüz ve gece hemen hemen vaktinin tamamını balkon-da geçiriyordu. İyi ama bundan sana ne diyeceksiniz. Balkonda müzik setinin sesini sonuna kadar açıyordu.
Üstelik de dinlediği tek şey hiçbir şey anlamadığım klasik müzikti.
Bir kez olsun plajda ve denizde kendisini görmemiştim. Üstelik bazen market veya plaj dönüşü istemeyerek gözüm onların balkonuna takılsa gözlerini hep üzerimde buluyordum.
Ben ona bakınca kendisini geriye çekiyordu. Aslında yakışıklı birisine benziyordu, ama çok ukalaydı.
Bir defasında: “Sakıncası yoksa şu müziğin sesini biraz kısar mısınız?” diye yukarı seslendiğimde teybinin sesini biraz kısarken benim duyabileceğim şekilde mırıldanıyordu.
“Elbette klasik müzikten zevk alabilmek her insan için mümkün olmuyor, kapasite meselesi bunu düşünmem gerekirdi!”
Onun bu alaycı tavrı beni çıldırtıyordu. Öyle tembel birisiydi ki bütün işlerini hep başkasına yaptırıyordu. Balkondan durmadan etrafa emirler yağdırıyordu.
“Tolga, koçum, marketten iki kola kap bakayım.” “Meltem, hadi bakayım şu dükkândan biraz çerez alıver.”
İşin kötü tarafı oyunları bozulan çocuklar ona kızmıyor ve sanki o bir patron kendileri de onun uşağıymış gibi hemen oyunlarını bırakıp, “Peki Kerem Abi, hemen getiriyorum,” diyorlardı.
Bütün gece misafiri hiç eksik olmuyordu. Büyük küçük, bütün apartman sakinleri onun balkonundaydı sanki.
Kabul etmeliyim ki adamın duygusal zekâsı üst düzeydeydi. Benden başka herkes onun çevresinde dört dönüyordu adeta.
Onun tavır ve davranışları bende takıntı haline gelmeye başlamış, tatilimden keyif alamaz duruma gelmiştim.
Bir gün yine balkonundan, aşağıda oynayan çocuklara emirler yağdırdığını duyduğumda daha fazla dayanamadım ve yukarıya doğru seslendim.
“Bana bak, sen buranın kralı mısın be! Utanmıyor musun durmadan çocukların oyunlarını bozmaya ve onlara emirler yağdırmaya, senin ayakların yok mu?
Neden gidip kendi işini kendin halletmiyorsun?”
Bu sözleri söyledikten sonra ortada fırtına öncesi sessizliği andırır bir sükûnet oluştu.
Tabii ki onun, bu sözlerimin altında kalmayacağını biliyordum ve onun bana vereceği cevaba karşı neler söyleyebileceğimi düşünüyordum.
Ancak, uzun bir süre geçmesine rağmen yukarıdan hiç karşılık gelmedi. Ben de “Oh be! Şimdi rahatladım, bu akşam rahat bir uyku uyuyabilirim,” diye düşündüm.
O akşam üst kat çok sessizdi. Gece yarısına doğru hıçkırıklarla ağlama ve bu ağlama sesine karşılık, teselli vermeye çalışan insanların sesleri gelmeye başladı aşağıya.
Onun sesine çok benzetmiştim bu ağlayan çocuğun sesini. “Amma da sulu gözlü, alıngan bir çocukmuş meğer!” diye düşündüm ve yatağıma uzandım.
Bu olayın ardından iki gün geçti, ancak üst katta tam bir matem havası vardı. Müziğin sesi hiç gelmiyor ve aşağıda oynayan çocuklara emirler yağdıran da olmuyordu.
Üçüncü gün, teyzem üst kattakilerin yazlıktan ayrılma hazırlıkları yaptıklarını söyledi.
Aradan bir süre geçtikten sonra arabalarına eşyalarını taşımışlardı bile. içimden onu son kez görme isteği geldi ve bu isteğimi bastıramayarak balkondan aşağıya doğru baktığımda gördüklerime inanamadım.
Tekerlekli sandalyenin üzerinde oturmuş bu delikanlıyı, annesi arkasından itiyordu.
Babası arka kapıyı açtıktan sonra, annesinin yardımıyla Kerem arabaya binmeden önce son kez bizim balkona doğru, ani bir şekilde bakınca ben hemen kendi-mi içeriye doğru attım ve odaya koşarak, hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Bu olay beni o kadar etkilemişti ki, tatilim zehir olmuştu. Birkaç gün sonra teyzemden izin alıp, tatilimi yarıda bölerek evime döndüm.
Bugün hâlâ o olayın etkisini üzerimden atabilmiş değilim. Aklıma geldikçe kendimi bir türlü bağışlayamam.