Üniversite öğrencisiyken, oturduğum sokağın başında bir ayakkabı boyacısı otururdu.
Hayır, evi orada değildi, kaldırımda oturur boyacılık yapardı…
Çoğu zaman boş dursa da, zaman zaman ona ayağını uzatan insanlar da olurdu tabi.
O kaldırımda otururken, müşterisinin ayakta dikiliyor oluşu; iki insanın gözleri arasındaki o mesafe, aşağıdan bakanın diğerini olduğundan daha büyük görmesi, boyacının kendinden küçük insanlara “abi” demesi, müşterinin parayı yukarıdan uzatması…
Bunlar yıkardı beni…
Oysa boya sandığının kenarında mavi plastik terlikler vardı.
Bazı müşteriler ayağını uzatmaz, ayakkabısını çıkartır, komik görünmeyi göze alarak mavi terlikleri giyer ve boyacının uzattığı tabureye oturup ayakkabısının boyanmasını beklerdi.
O zaman boyacıyla müşteri arasındaki o mesafe kapanırdı sanki.
Dünyayı anlamaya çalışan gözlerimle izlediğim boyacıya hiç ayakkabı boyatmadım.
Ayakkabılarımı başkasına boyatacak olmanın utancı ile buna razı birinin ekmeğine mani olmanın utancı arasında sıkışıp kaldım.
Şimdi nerede bir ayakkabı boyacısı görsem o günler geliyor aklıma…
İnsanlar arasındaki eşitliğin mavi plastik terliklerle sağlanabileceğini düşündüğüm o genç günler…
Alıntı