16 ve 17. yüzyıllarda feodal düzenin hakimiyeti sonucu, üst sınıf ve alt tabaka arasındaki uçurum iyice açılmıştı.
Öyle ki soylu kesim, kendisini halktan çok üstün görüyor ve onlarla herhangi bir yakın temas kurmaktan kaçınıyordu.
Dolayısıyla saray mensubu ve asilzade çocuklarının halkın arasına karışıp, onlarla aynı dersliklerde eğitim almaları düşünülemezdi.
Doğal olarak en iyi hoca ve alimler, saray, şato ve konaklara bu çocukların ayağına getiriliyordu.
Ancak o dönem eğitim sırasında dayak ve cezalandırma çok yaygındı ve tabi ki bu yöntemin soylu çocuklar üzerinde kullanılması mümkün değildi.
BİRİ SUÇ İŞLİYOR DİĞERİ DAYAK YİYOR
İşte buna çözüm olarak alt tabakadan olan bir çocuk, ders sırasında bu dayağı yemek için hazır bulunuyordu.
Asilzade çocuğunun işlediği her hatada şamar ve sopayı bu çocuk yiyordu.
Diğer bir ayrıntı da, derse katılan bu halk çocuğunun birşeyler öğrenmemesi için sağır kimseler arasından seçilmesi ya da bilhassa bu iş için sağır edilmesiydi.
Kuşkusuz geleneğe karşı çıkanlar da oldu. Erasmus 1516’da “Bir Hıristiyan Prensin Eğitimi” eserinde prenslerin fiziksel olarak cezalandırılmasının uygunsuzluğunu yazdı.
Ancak vekâlet cezasından bahsedemedi! Tipik Erasmus zekası; cezadan kendini hep böyle kurtardı…
Saray geleneği zamanla aristokrat ailelere de geçti. Onlar da evlerine “şamar oğlanı” aldı.
Şamar Oğlanının İngilizcesi “Whipping boy” dur.