Orta Anadolu’da bir camcı ustası vardır. Yanında birçok çırak yetiştirir zamanı gelene “Sen oldun” der ve el verir, uğurlar. Böylece eski çırak artık yeni bir usta olmuştur.
Günlerden bir gün çıraklardan biri ustanın el vermesini bekleyemez. Acelesi vardır, bir an önce kendi dükkanını açmak istemektedir.
Kendisinin de artık “usta” olduğunu düşünerek ayrılmak isteyen kalfa ustasından her izin istediğinde ustasının;
“Bu işin püf noktası var, acele etme” ikazı ile karşılaşır ve bu sözlerden hiçbir şey anlamaz.
Fakat kalfasının ısrarlarına daha fazla dayanamayan usta, sonunda istediği izni verir…
Çırak gider başka bir şehirde dükkân açar. Dikiş tutturamaz. Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir müddet sonra çatlamaktadır.
Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak ustasının yanına döner. Elini öper, “ben ettim sen etme” der…
Ustası affeder ve “oldun” diyene kadar yanında çalışması gerektiğini söyler…
Bir müddet daha birlikte çalıştıktan sonra bir gün usta çırağına müjdeyi verir. Olduğunu, gidebileceğini, el vereceğini söyler…
Ayrılmadan önce ustası onu karanlık bir odaya sokar. İzin almadan girilmediği üzere daha önce buraya hiç girmemiştir.
Yeni bitmiş, sıcak ürünler odanın bir kenarında durmaktadır. Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş ışığı huzmesi vardır.
Usta sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir çevirir. Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır.
“Püf” yaparak üfler ve kabarcık kaybolur!..
Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler.
Çırak anlar ki çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır…
Böylece kalfa işin “PÜF NOKTASI”nı da öğrenmiş ve artık usta olmuştur.