Lucia’nın Teni

Albrecht Brümmer bahçıvandı. 13. yüzyılın başlarında bir seyisin oğlu olarak gelmişti dünyaya. Babası Kunz, Brandenburg Elektörü Henkel’in ahırlarında çalışıyordu. Görevi, elektörün sekiz atına bakmaktı..

Henkel, atlara ve güllere düşkündü. Bu düşkünlüğü nedeniyle Kunz’a özel ilgi gösteriyordu. Ona ahırların yanında büyük bir ev yaptırtmış, oğluyla birlikte sıkıntı çekmeden yaşamasını sağlamıştı.

Albrecht annesini hiç tanımamıştı. Çünkü kadın, onu dünyaya getirirken ölmüştü. Elektör hemen bir sütanne buldurmuş, Henkel’le oğluna bakmaları için de sarayından bir hizmetçiyi görevlendirmişti..

Albrecht, atlar ve çiçekler arasında büyüdü. Babasından atları, sarayın üç bahçıvanından çiçekleri öğrendi..

Üç bahçıvandan biri sadece güllerle ilgileniyordu. Yaşlı bir adamdı. Seyisin oğluna güle bakma sanatının bütün inceliklerini gösterdi. Ölüm döşeğinde de güllerini ona emanet etti..

Elektör, önceleri Albrecht’e güvenemedi. Güllerine öteki bahçıvanların bakmasını istedi. Ama bir sabah gül ağaçlarından birindeki çiçeklerin boynunu büktüğünü görünce öfkelendi. İki bahçıvanı gül bakıcılığından azletti ve bu görevi Albrecht’e verdi..

Delikanlı, kısa sürede, babası gibi, elektörün güvenini, sevgisini kazandı. Olağanüstü dirilikte ve parlaklıkta güller yetiştirdi..

Bir akşam elektöre Sicilya güllerinden söz edildi. “Lucia’nın teni” olarak adlandırılan yeni bir gül türü yetiştirildiği, bu türün kokusunun dünyada başka hiçbir gülün kokusuna benzemediği söylendi.

Brandenburg Elektörü yolculuk hazırlıkları yapılmasını buyurdu. Sicilya’ya gidecekti. Albrecht’i de yanına alacaktı..

Bir ay sonra Kont Salieri’nin konuğu olarak Sicilya’daydılar.. “Lucia’nın Teni”nin bir düş ürünü olduğu anlaşıldı. Sicilya’da kimsenin böyle bir gülden haberi yoktu. Kont Salieri, üç adamını Albrecht’in yanına katıp Napoli’ye yolladı. Güney İtalya’da da “Lucia’nın Teni” bulunamadı..

Ama Albrecht, Lucia’yı buldu..

Salerno’lu bir kızdı Lucia. Annesiyle babasının ölümünden sonra Napoli’ye, teyzesinin yanına sığınmıştı. Çalıştırdıkları pide fırınına gelen, dilini bilmediği yabancı müşteriye gönlünü kaptırdı. Albrecht de ona tutuldu. Bakışlarla, dokunuşlarla anlaştılar. Delikanlı Sicilya’ya dönünce bütün cesaretini toplayıp elektöre Lucia’dan bahsetti.

Hiç duraksamadı elektör. Hemen ertesi gün kendi adamlarından ikisini Kont Salieri’nin kâhyasıyla Napoli’ye gönderdi. Lucia’nın teyzesi, armağanlarla gelen üç ziyaretçiyi şaşkınlıkla karşıladı ama yeğenini, kontların, elektörlerin güvenini kazanmış sağlıklı bir delikanlıyla evlendirmekten kıvanç duyacağını bildirdi..

Albrecht ile Lucia, Sicilya’da görkemli bir törenle evlendiler. Sonra da elektörle birlikte Brandenburg’a gittiler..

Albrecht’in babası gelinini sevgiyle kucakladı. Lucia da onu öz babası gibi sevdi, evi çekip çevirmeye koyuldu. Kısa sürede kocasının dilini de, güllerin dilini de öğrendi. Mutluydu. Albrecht de sadece kendisinin olan Lucia’nın Teni’ni bulduğu için mutluydu..

Bir de çocukları olabilseydi..

Sekiz yıl sonra yaşlı Kunz öldü. Çok sevdiği babasının ölümüyle birlikte Albrecht’in yaşamı da değişecekti..

Seyisin toprağa verildiği gün elektörün konukları vardı sarayda. Başkonuk Wittenburg Yargıcı von Tronka’ydı. Yargıç, içkiye düşkün bir adamdı. O gece yemekte kendini yitirecek kadar şarap içip sarhoş oldu. Temiz hava alması için bahçeye çıkardılar onu. Yargıç, bir gül ağacının altında kocasıyla sessizce oturan Lucia’yı görünce kendini tutamadı, ona sarkıntılık etti.

Albrecht zaten babasının acısıyla dolu doluydu. Dayanamadı, yargıcın üzerine yürüdü. Yargıcın adamları Albrecht’i dövmeye başladılar. Lucia kocasını kurtarmak için atıldı. Yargıcın kâhyası, Lucia’ya bir tokat attı. Albrecht, bağırarak kâhyayı öldüreceğini söyledi. Araya elektörün kendisi girmeseydi yargıcın adamları Albrecht’i öldüreceklerdi. Elektör, Lucia ile kocasını evlerine gönderdi. Güçlükle bile olsa, yargıcı yatıştırmayı başardı..

Bu olay kısa sürede unutulacaktı. Yargıç von Tronka’nın kâhyası ertesi sabah yatağında ölü bulunmasaydı.. Kalbine bir bıçak saplanmıştı. Albrecht tutuklandı. Wittenburg’da yargılandı. Suçsuz olduğunu söylemesinin yararı olmadı. Von Tronka tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Ama onu çok seven Brandenburg Elektörü gücünü, etkisini sonuna kadar kullanarak İmparator II. Friedrich’e kadar uzandı, cezayı ömür boyu hapse çevirtti..

Albrecht 28 yıl kaldı zindanda. O süre içinde Lucia’yı görmesine hiç izin verilmedi. Elektör Henkel, Lucia’yı bırakmamış, güllerin sorumluluğunu ona yüklemişti. Lucia, kocası kadar başarılı değildi bu konuda. Ama elektörün de pek aldırdığı yoktu artık. Boynu bükükler bir yana, solan gülleri bile görmezden geliyordu..

28 yıl sonra, Yargıç von Tronka’nın kâhyasını Albrecht’in öldürmediği anlaşıldı !.. Olay gecesi elektörün sarayında bulunan kâhyanın arkadaşlarından biri, ölüm döşeğinde günah çıkartmak için oturduğu köyün papazını çağırtmış, katilin kendisi olduğunu itiraf etmişti..

Papaz işittiklerini elektöre aktardı. Elektörün aralıksız iki ay süren çabaları sonunda Albrecht aklandı, serbest bırakıldı..

Fakat mutlu değildi Albrecht. Artık 54 yaşındaydı. Yeniden Lucia’sına kavuşmuştu ama yine de mutlu değildi. 28 yılını yitirmişti ; o yılların hesabını kimden soracaktı ?.. Artık başka bir insan olmuştu Albrecht. Gülmüyor, konuşmuyor, güllere bile bakmıyordu. Gün boyu evinden çıkmıyordu..

Altı ay kadar sonra İmparator II. Friedrich, Brandenburg Elektörü’nün sarayını onurlandırdı. Ülkeyi dolaşmaya çıkmıştı. İki gün Henkel’in konuğu olacaktı.

İkinci gece şölen sonlarına doğru Albrecht belirdi salonda. Elektörü bile selamlamadan imparatorun yanına gitti. Başka zaman olsa Friedrich onu tersler, huzurundan kovardı. Ama hem gördüğü konukseverliğin hoşnutluğu, hem de şarabın esrikliğiyle hoşgörülü davrandı. Gülerek, “Kimsin sen ?” dedi, “Böyle paldır küldür aramıza dalıyorsun,, Beni tahttan mı indireceksin yoksa?!..”

Elektör, Albrecht’in kim olduğunu söyledi, başına gelenleri anlattı. “O alçak von Tronka mı yargıladı seni ?” diye sordu imparator, “O ihtiyar çapkın ?” Sonra da elektöre dönerek sordu : “Hâlâ yaşıyor mu o mendebur herif ?”

“Yaşıyor,” dedi elektör, “ama evinden çıkamayacak kadar yaşlı..”

İmparator, olanları bir de Albrecht’ten dinlemek istedi, o da her şeyi anlattı ve sözünü, “O yılların hesabını istiyorum,” diye bitirdi.

Küstahlığı imparatorun hoşuna gitti. “Ne yapacağız peki ?” diye sordu, “Zamanı geri döndüremem ki..”

“Ben 28 yıl yattım,” dedi Albrecht, “Devletten 28 yıl alacağım var. Bana bu borcu belirten bir belge verin.”

İmparator duraksamadı bile. Bir kahkaha attı ve yaverine, “Bana mührümü getir,” dedi. Sonra da, devletin Albrecht Brümmer’e 28 yıl borçlu olduğunu, ilerideki alacaklarından bu borcun düşüleceğini yazdırdı, belgenin altına da mührünü bastı.

Yeniden kaldırılan kadehler ve gülüşmeler arasında belge Albrecht’e verildi..

Bir hafta sonra bütün ülke, Albrecht Brümmer adlı bir adamın, emekli yargıç ihtiyar von Tronka’yı evinde bıçaklayarak öldürdüğü haberiyle çalkalandı..

Albrecht hemen tutuklandı. Duruşmaya çıkarılınca da yargıca imparatordan aldığı belgeyi uzattı. “Ben cezamı önceden çektim,” dedi, “devletle alacağım vereceğim yok!”

“Yasalarda böyle bir şey yok,” dedi yargıç. “Ben bilmem,” dedi Albrecht. “Yasalar insan yaşamını, insan güvenliğini, insan onurunu korumak için düzenlenir. Yazıya dökülmese bile, temelinde bu ilke vardır. Ben de bu ilkeye sığınıp imparatorumuzdan aldığım izinle adam öldürdüm. Bana ceza veremezsiniz ; çünkü haksız yere zaten vermiştiniz. Şimdi borcunuzu ödemenin zamanı geldi..”

Duruşma altı hafta sürdü. Bu süre içinde hukukçulara danışıldı. İmparatora başvuruldu ve sonunda, dünya tarihine geçecek karar verildi : “CEZASINI ÖNCEDEN ÇEKMİŞ OLDUĞUNDAN SALIVERİLMESİNE…”

Albrecht, Brandenburg’a döndü. Elektör onu büyük sevgiyle karşıladı. Yatağından çıkamayacak kadar yaşlıydı artık. Oğlunu çağırdı, “Ben ölürsem bu adamı da, eşini de hoş tutacaksın, onları kendi annen baban gibi sayacaksın,” dedi. Elektörün oğlu zaten neredeyse Lucia’nın kucağında büyümüştü Babasının bu vasiyetine aslında gerek bile yoktu..

Ve Albrecht büyük bir tutkuyla güllere sarıldı yeniden. İnanılmaz güzellikte güller yetiştirdi. Özel aşılamalarla yarattığı mor bir güle de “LUCIA’NIN TENİ” adını verdi..

Ülkü Tamer – Tarihte Yaşanmamış Olaylar