Burası Maraş’ın köyü. Biz de köyümüzün çocuklarıyız. Dört arkadaş kendi kendimize röportaj yaptık bugün.
Yusuf dedi ki, “en sevdiğiniz renk ne?” İlk cevabı kendisi verdi Yusuf, “mavi” dedi hemen.
Birimiz “yeşil” dedi, birimiz “kırmızı”, birimiz de “gümüş”. “Gümüş” diyen arkadaşa güldük, “artistik yapma, o nasıl bir renk; ne sen biliyorsun, ne de biz” dedik.
O da güldü, “radyoda duydum, herhalde güzel bir renktir; zaten bildiğimiz bütün renkler güzel” dedi.
Emin dedi ki, “soru sorma sırası bende; büyüyünce ne olmak istiyorsunuz?” Düşündük öyle. “Kim soru soruyorsa ilk cevabı kendisi versin” dedi Emin.
Kabul ettik. “Elma ağacı olacağım” dedi Emin; “gökkuşağı olacağım” diyenimiz de oldu, “at olacağım”, “ay dede olacağım” diyenimiz de.
Veli dedi ki, “şimdi ben soracağım; yabancı diliniz ne?” Baktık birbirimizin yüzüne sessizce.
Veli konuştu ilk, “ben fillerin dilini öğrenmek istiyorum” dedi. Meğer aramızda bulutların dilini öğrenmek isteyen de varmış, kırlangıçların ve göllerin dilini öğrenmek isteyen de.
“Hepinizin evinde televizyon var mı?” diye sordu İsa.
Sonra da dedi ki, “kalemimiz var” dedi gülümseyerek; “hem de birkaç tane kalemimiz var.” Diğerlerimiz, “çaydanlığımız var” dedi, “minderimiz var” dedi, “terliğimiz var” dedi. Eksiğimizi sorulur da, bolluğumuzu söyleriz…
Burası Maraş’ın köyü. Biz de köyümüzün çocuklarıyız.
Dört arkadaş her gün oyun oynuyoruz. Bir gün masal anlatmaca oynuyoruz, bir gün hayal kurmaca; bugün de röportaj yapmaca oynadık işte.
Maraş`a hastalandığımızda götürülüyoruz. Her hastalıkta değil elbette; yorgan döşek yatacak durumdaysak.
Buraya fotoğraf çekmeye gelenler oluyor. Tabiatı çekiyorlar, bazen de bizi. İzin isteyip, birbirimizin fotoğrafını çekiyoruz fotoğrafçıların makineleriyle.
Tam çekecekken, “gülümse” diyoruz; hepimiz çok güzel gülümsüyoruz…
“Kurtarın kendinizi” diyor öğretmenimiz; “eviniz olsun, arabanız olsun, bankada paranız olsun.”
Biz bir karar aldık kendi aramızda; birbirimizi hiç bırakmayacağız dört arkadaş. Hiçbir şeyimiz olmasa da, canımız sağolsun…
Yoksulken zengin olanların başarı hikâyeleri okutuluyor bize. “Neyi başarmak istersiniz?” diye bir kompozisyon ödevi verilmişti.
Birimiz yazdı, “ne zenginlik olsun, ne de yoksulluk; eşitliği getirmek isterdim.”
Birimiz yazdı, “silah üretimini yasaklamak isterdim.”
Birimiz yazdı, “mezbahaları ve sirkleri kapatmak isterdim.”
Birimiz de anlatmış, -hani en sevdiği renk gümüş olan arkadaş-, “köye opera getirmek isterdim.”
“Opera nasıl oluyor?” dedik, “Müzikli tiyatro oyunuymuş, severiz hepimiz” dedi. Hak verdik, “inşallah köye opera getirirsin” dedik; “kimse seyretmezse bile, biz dördümüz seyrederiz…”
Köy çocuklarıyız, evet. Belki ömrümüz bu köyde tamamlanacak, kimbilir. Köyümüzü annemiz, babamız gibi görüyoruz.
Sanmıyoruz bankada paramızın olacağını; ama keşke eşitliği getirebilsek yeryüzüne…
Köyde tek traktör var; bazen traktöre bindirilip köy içinde gezdiriliyoruz. Politikacılar bizi tanısalar, silah üretimi yasaklanırdı diye düşünüyoruz…
Evimizde televizyon olmasa da, bütün hayvanlarla arkadaşız. Mezbahalara ve sirklere dördümüz de karşıyız!
Çok hastalanmadıkça şehri göremeyeceğiz belki; ama bütün opera sanatçılarını ayakta alkışlarız…
Gülümsüyoruz bütün fotoğraflarda; Maraş’ın bir köyünde, yüzü güleç çocuklarız…
Ergür Altan