Sadece birkaç kez Yeşilçam filmi izlemiş olanların bile simasını bir bakışta hatırlayabileceği bir isim Sami Hazinses.
Doğum adıyla Samuel Agop Uluçyan.
Bilinen az sayıda röportajından birisi 1995 yılında, yani vefatından 7 yıl önce gerçekleşmiştir.
Bu röportajda kendisine sorulan soru üzerine önce Ermeni olmadığını söylüyor.
Daha sonra Ermeni olduğunu ama bilinmemesini istediğini söylüyor.
Peki, bu şartlarda Ermeni olduğunun bilinmemesini isteyen bir sanatçıya, aslını inkar etme eleştirisi yapılabilir mi?
Yoksa o eleştirinin muhatabı, et/tırnak olmuş iki milleti politik ve ekonomik çıkarlar gereği bir asırdır süregelen bir “birbirine kırdırma” politikasıyla bu noktaya getirenler mi?
Sami Hazinses Kimdir
Çok yönlü bir sinema emekçisiydi, oyunculuk dışında pek çok filmin müziğinde de emeği vardı.
Film müzikleri dışında da pek çok beste yaptı, insanlar hep o filmlerden hatırladıkları adamın yazdığını bilmeden dinledi şarkılarını.
1925’te, Diyarbakır’da Samuel Agop Uluçyan doğum ismiyle hayata gözlerini açtı.
Bir yandan kentteki diğer birçok Ermeni gibi puşicilik yaparken diğer yandan da Diyarbakır Musiki Cemiyeti’nde yanık sesini değerlendiriyordu.
Diyarbakır’dan nasıl ayrıldığı konusunda birbirinden duygusal iki rivayet var; birincisi imkansız aşkı Gül’e kavuşma umudu kalmayınca diyarı terk ettiği.
Diğer rivayet ise; kız kardeşi Viktorya’nın sevdiği erkekle evlenmesine izin vermeyen babasına isyan edip evi terk ettiğidir.
İstanbul’a göçen herkes gibi hemşerilerini bulup onlarla aynı evde kaldı. Tıpkı kendisi gibi esas isimlerini kullanmayan bu hemşerileri Danyal Topatan ve Vahi Öz’dü.
Bir dokuma fabrikasında çalışırken de sanatı bırakmadı ve bestelediği ‘Bir Dilbere Müptelâdır Gönlüm’ şarkısını o sıralarda yeni tanınmaya başlanan Zeki Müren seslendirdi.
Yine hemşerisi olan yapımcı Mümtaz Alpaslan’la tanıştı ve onun bir filmi için müzik yaparken rica üzerine kısa bir rolde oynaması hayatının seyrini değiştirdi.
Bundan sonraki 40 yıl boyunca hem karakter oyunculuğu yaparak hem de film müzikleri besteleyerek Yeşilçam’ın en çalışkan emekçilerinden birisi oldu.
‘Derdimi Kimlere Desem’ ve ‘Yeter Ağlatma Beni’ gibi şarkıları oldukça popüler oldu ve çokça şarkıcı tarafından yorumlandı.
1000’e yakın filmde emeği olduğu söylenen sanatçı, sanat hayatının son dönemlerinde, birçok Yeşilçam emekçisi gibi çoktan unutulmaya başlanmıştı.
Belki de bu yüzden, ömrünün son yıllarında, kendisiyle ilgili gazete haberlerinin küpürlerini ceplerinde taşıdı hep.
Bir de MESAM (Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) üyelerinin yazılı olduğu bir broşürü hiç ayırmazdı yanından. Listede adının olduğu satırı kalemle işaretlemişti.
1995’teki bir röportajda, neden gerçek kimliğini sakladığı sorulunca ilkin “Ermeni değilim ben!” diye yanıt vermişti.
Daha sonra durumu kabullenerek “Eski sempati kalmıyor. Onun için istemiyorum. Yazma bunları. Öleyim, ondan sonra. Öldükten sonra yaz, şimdi boşver” demişti.
Bu röportajdan 7 yıl sonra, 22 Ağustos 2002’de, yapayanlız bir huzurevindeyken fenalaştı ve Haydarpaşa Numune Hastanesinde hayata gözlerini yumdu.
Mezar taşında yazan “Duyan ağlar, gören ağlar, böyle bahtı karalıya” ise yıllar önce kendi yazdığı bir şarkının sözleriydi.
Saygıyla…