“Bu devirde insanların elle tutulur olanlarının tümü kaçıktır. Bir orta sınıf, yeteneksizler grubu günlerini eğlenceyle, içmekle geçiriyor…
Dürüst ülkü diye bir şey kalmadı artık. Birdenbire hepsi ortadan kayboluverdi. Hem öyle ki, sanki şimdiye dek hiç böyle bir şey olmamış gibi bir iz bırakmadan.”
“Olmamış gibi mi?”
Duygulu ağırbaşlılığı dokunmuştu bana! Bencilliğinden utanarak onun gibi tavırlar takınmaya başladım.
“Bu devir,” diye başladı, “sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.
Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az.
Rusya’nın ormanları tüketiliyor. Bakımsızlıktan yurdumuz çöle dönüyor. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: ‘Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?’
Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor Rusya’da.
Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan ölsün, vız geliyor…”
Okuduğunuz alıntı Dostoyevski’nin 1875 yılında yazdığı Delikanlı isimli romanından…
Sanki günümüz Türkiye’sini anlatıyor…
Dereleri, kumsalları, ormanları, şehirleri, dağları yağmalanan Türkiye’mizi…