Dünyada sadece iki yerde var.
Biri Kanada’da, Ontario’da.
Diğeri bizde, Burdur’da.
İki göl. İki krater gölü.
Özellikleri sularının sodalı ve magnezyum ağırlıklı olması.
Bizdeki Salda Gölü. 2 milyon yaşında.
184 metre derinliği ile Türkiye’nin en derin, dünyanın ise en berrak sularından biri.
Beyaz kumsalı ve turkuaz rengi ile Türkiye’nin Maldivleri.
Kanada’daki bir mücevher gibi korunuyor.
Selfie bile çektirmezler. Ya bizde ki?
Salda Gölü’nün kumsalı Mars yüzeyine çok benziyor.
1996’da Glasgow Üniversitesi’nden gelen bir grup bilim insanı 4 yıllık bir araştırma sonunda Salda’da bulunan beyaz kayaların, Mars’ta bulunan kayaların yapısıyla büyük benzerlik taşıdığı kanıtladı.
Bunun üzerine İngiliz televizyon kanalı BBC, 2000 yılında gölle ilgili bilimsel bir belgesel çekti.
Yani Salda Gölü, sadece doğal güzellikleriyle turistlerin değil, farklı özellikleri ile bilim dünyasının da ilgisini çekiyor.
Bu yüzden mutlak korunması ve daha çok araştırılması gerekiyor.
Hal böyle iken, anlı şanlı iktidarımız burayı TOKİ aracılığıyla ihaleye çıkardı.
Millet Bahçesi olacakmış!
140 bin metrekareya inşaat yapılacak.
27 bina. 2 dev foseptik. Yüzlerce kamyon. Binlerce ton hafriyat.
Toz, toprak, pislik. Ve inşaatlarda kullanılacak kimyasal.
Bunların göl suyuna karışmaması imkansız.
Bunlarla Salda’nın yaşaması imkansız.
Bunun sonu Salda’nın sonudur.
Bunun sonu bir efsanenin sonudur. Yazık. Efsane demişken.
Geçen yıl kaybettiğimiz araştırmacı yazar ve şair Mustafa Ceylan’ın kaleminden Salda Efsanesi’ni hatırlamakta yarar var.
“Yağmurla karışık fırtınalı bir gündü,
Gün değil sanki, göklerin bizim gölle
Bizim gölle yaptığı, oynaştığı düğündü
Düğümdü belki de bilemedik,
Bilemedik sığındık bir kuytuya
Kuytudan korkularla bakıyorduk Salda’ya.
Salda’ya göklerin yedinci katından yağmur durmaksızın
Durmaksızın o kadar uzun zaman yağdı.
Yağdı..
Yağdı…
Yağdı ha yağdı.
Yağdı tepelerden aşağıya, oluştu seller
Seller ki önüne katıp her şeyi
Her şeyi alıp, sürükleyip getirmişti,
Getirmişti kökünden söküp ağaçları,
Ağaçlar, kütükler, taşlar, kayalar, ne varsa
Ne varsa yamaçlardan ortasına gölün
Gölün en karanlık noktasına çekiyordu,
Çekiyordu, yutuyordu her şeyi girdap,
Girdap bu işte, bu yüzden hep
Hep gölün ortası karanlıktır zaten,
Zaten kimse bilmez Salda’nın
Salda’ nın yuttukları gider nereye? Çıkmaz,
Çıkamaz asla dışarı bir daha.
Gölün kıyısında su ateş,
Hamam suyu sanki
Fakat ilerledikçe
Tam tersi buz kesmede
Söylenen o ki,
İki adım soğuk,
İki adım sıcak…
Bazı gecelerde uğultuyla göl kıyısı
Uyanır, uyumaz; kıvranır sabaha kadar
Ortada insan eseri ne bir yapı, ne bir makine,
Yok… Yok ki yok…
Çok yüksekden çağıl çağıl akan bir şelale
Uğuldayan bir ses, uyutmaz ki göğü, yeri
Neyin nesidir bu, uyandırır seherleri.
Dev sazan balıklarından bahseder kimi
Kimisi “bir adam boyunda” der ekler
Duyan çok ama dev sazanları
Görene de henüz rastlanmadı,
Koyu maviden bu yana
Bu yana asla gelmezler,
Yakalamak için
Açılmak gerek
Sandalla
Salda’ya…
Basmamış Mars’a insan ayağı,
Aynen öyle anlatırlar işte:
İnmemiş, inememiş,
Dalamamış Salda’ya
Dipte geçit vermez ağaç kökleri
Yüzlerce metre aşağıda
Ve kutup soğuğu buz
Su canlı, su diri, su aşk
Öylesine şahane…
Su var suyun içinde
Sulara efsâne..”
Sedat Kaya