Savcılık odasına önce beni çağırdılar. Aklımda kaldığına göre , savcının adı ya Davas ya da Davaslı’ydı. Savcının masasının karşısındaydım. Savcı;
─ Sizi tanıklık için çağırdık, dedi, bazı eşya göstereceğim, kimin olduğunu bilirseniz, söyleyin!
Masanın altında duran ak bezden bir torbadan bir pantolon çıkardı. İlk bakışta Sabahattin’in pantolonu olduğunu tanıdım. Yünlü kumaş, boz renkli , kahverengi damalı…
Savcı sordu;
─ Kimin olduğunu biliyor musunuz?
O zamanlar öyle zor koşullarda, bunalımlı, baskılı bir dönemde yaşıyorduk ki, öyle haksızlıklarla karşılaşıyor, öyle uydurma nedenlerle cezaevlerine atılıyorduk ki, herşeyden kuşkulu, çekinir olmuştuk.
Savcı, elinde, bir arkadaşınızın pantolonunu tutuyor ve size, “Bu kimin?” diye soruyor…
Altından ne çıkacağı hiç belli değil. Suçsuz olmakla da insan cezadan kurtulamıyor.
Suçsuzluğumuz mahkemede anlaşılana dek beş altı ay cezaevinde yatırıldığımız çok olmuştu.
Savcıya;
─ Hayır bilmiyorum… dedim.
Savcı, dinginlik içinde pantolonunu koyduğu torbadan kırılıp iki parça olmuş bir pipo çıkardı.
─ Bunu biliyor musunuz kimindir?
Sabahattin davranışlarıyla, yüzüyle konuşmasıyla olduğu denli, giyinişiyle de özgün bir kişiydi.
Eşyası hemen tanınırdı. Sabahattin’in iki parça olmuş piposunu tanıdım. Bir ürküntü duydum.
─ Bilmiyorum, dedim.
Savcı, bu kez torbadan bir not defteri çıkardı. Sayfalarını açıp gösterdi.
Yazıların çoğu eski yazıydı. Sabahattin’in el yazısını elbet tanımıştım.
Herşeyi özgün demiştim ya, Sabahattin yeşil mürekkeple yazardı.
─ Bu yazıların kimin olduğunu biliyor musunuz?
Açıkcası başıma gelen onca olaydan sonra, uygulanan adalete hiç güvenim kalmamıştı.
Onun için doğruyu söylemenin mi, söylememenin mi uygun olacağını kestiremiyordum.
Ama yeşil mürekkeple yazılmış Sabahattin’in yazılarını görünce, kimin olduğunu söylememezlik edemezdim.
İşin içinde bir kötü şey olduğunu sezinleyip ürperdim…
Savcı cevabımı beklemeden, torbadan kırık gözlük camları çıkardı. Sabahattin’in çerçevesiz gümüş saplı gözlüğünün camları, kırık camları…
Ne denli sarsılıp bozulduğumu savcı da anlamış olmalı ki, bu kez sormadı açıkladı:
─ Bulgaristan sınırında çalılar arasında bir yerde bir ceset bulunmuş. Cesedin üstünden bu eşya çıkmış. Eşyanın Sabahattin Ali’nin olduğu sanılıyor.
Savcının elindeki kırık gözlük camlarına baktım, gözlerim doldu.
Savcı, torbadan Sabahattin Ali’nin pantolonun kumaşından spor ceketini çıkardı.
─ Evet Sabahattin’in… dedim…
Sesim titriyordu.
Ceketin üzerinde kurumuş kan lekeleri vardı.
Savcının yazılı ifademi alıp almadığını şimdi anımsayamıyorum.
Savcı;
─ Bir cinayetin üzerinde duruyoruz. Kovuşturmanın güvence altında yürütülebilmesi için, Sabahattin Ali’nin eşyasını gördüğünüzü, buradaki konuşmamızı hiç kimseye söylemeyin… dedi.
Kendimi tutup ağlamamak için sesimi çıkarmadım. Dışarı çıktım…
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim – Aziz Nesin