Abayı Yakmak

Eski zamanlarda insanlar yünü döverek kalın, kaba bir kumaş hâline getirirlermiş.

Aba adı verilen bu kumaş soğuğa karşı çok iyi korur­muş insanı. Hayli de ucuz olduğu için özellikle tekkedeki dervişlerin ve medrese talebelerinin gözdesiymiş.

Yine eski zamanlarda soğuk bir kış gününde dervişler abalarına sarılmış, hocalarının etrafın­da toplanmış sohbet dinliyorlarmış.

Hocanın da ağzından bal damlıyormuş hani! Konuyu o kadar tatlı tatlı, o kadar içten, o kadar güzel anlatıyormuş ki, dervişler adeta; kendilerinden geçmiş halde, ağızları açık, aşkla dinliyorlarmış.

O sırada olacağı bu ya, ısınmak için odanın bir köşesinde yaktıkları ocaktan bir kıvılcım fırlamış, sırtı ocağa dönük oturan bir dervişin abasına konmuş.

Yün aba, için için yanmaya başlamış. Tabii dervişin haberi yok, o hâlâ aşkla hocasını dinleme derdinde.

Önce hafif, beyaz bir duman çıkmış, ardından küçük kırmızı ateş büyümüş de büyümüş.

Kısa sürede aba cayır cayır yanmaya başlamış.

Ancak o zaman dervişler sohbetin cazibesin­den sıyrılıp kendilerine gelmişler.

Arkası tutu­şan arkadaşlarına “Abayı yaktın! Abayı yaktın!” diye bağırmışlar.

Abası yanan derviş, can havliyle kendini dışarı atmış. Karlarda yuvarlanıp abasını sön­dürmüş.

O günden bugüne de, bir davaya, bir kişiye, bir nesneye büyük bir aşkla bağlanmak, gönül vermek, gözü ondan başkasını görmemek,  anlamında “abayı yakmak” deyimi kalmış.